25 Mart 2017 Cumartesi

Evliya Çelebi

Dostoyevski

Dostoyevski Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Dostoyevski, Fyodor (Mihayloviç) (Doğum: 11 Kasım 1821, Moskova – Ölüm: 9 Şubat 1881, Petersburg), Rus romancı ve öykü yazarı.
İnsanın iç dünyasının en gizli kalmış yönlerini erişilmesi güç bir saydamlıkla yansıtan yapıtlarıyla 20. yüzyıl roman anlayışı üzerinde derin ve evrensel bir etki bırakmıştır.
Gençlik Yılları ve Edebiyata Başlaması
Dostoyevski
Dostoyevski
Kültürlü, soylu sınıftan gelen Turgenyev ve Tolstoy gibi çağdaşı öteki büyük Rus yazarlara göre Dostoyevski çok farklı bir ortamda yetişti. Babası Yoksullar Hastanesi’nde çalışan eski bir ordu cerrahı, annesi bir tüccarın kızıydı. Dostoyevski, annesinin yardımıyla evde başladığı öğrenimini özel bir okulda sürdürdü. Yaz aylarını Tula’daki aile çiftliğinde geçirerek babasının sert ve acımasız davranışlanndan bir ölçüde uzaklaşma olanağı buldu. On beş yaşındayken annesini yitirdi. Okulu bitirdikten sonra Petersburg Askeri Mühendislik Okulu’na girdi (1837). Ağır ders ve talimlerden fırsat bulduğu zamanlarda, özellikle şiddet ve cinayet konularını işleyen melodram türünden kitaplar okumaya başladı. Bu arada Rus ve Avrupa edebiyatının önde gelen adlarının yapıtlarıyla da tanıştı. Kişiliğinin biçimlendiği okul yılları konusunda pek az şey bilinmekle birlikte, arkadaşlarının hareketli gece yaşamından geri kalmadığı ve büyük özverilerde bulunma, idealistçe dostluklar edinme ve ün sahibi olma hayalleri kurduğu anlaşılmaktadır.
Okulunu bitirdikten kısa bir süre sonra edebiyatla uğraşmak için askerlikten ayrıldı (1844). Kendi serfleri tarafından öldürülen babasından çok küçük bir miras kaldığından, maddi durumu pek iyi değildi. 1846’da yazdığı ilk romanı Bednye Lyudi’yi (İnsancıklar,1954, 1995) bir arkadaşı aracılığıyla ünlü edebiyat eleştirmeni Vissarion Belinski’ye gönderdi. Onun, roman kahramanının gizli dünyasını yansıtmadaki sanatsal becerisini öven Belinski, gelecekte büyük bir yazar olabileceğini belirtti.
İnsancıklar yeni bir yazara özgü teknik aksaklıklar taşımakla birlikte, ilk Rus toplumsal romanı sayılabilecek bir yapıttır. Romanda öksüz bir kıza duyduğu aşkı içli ve babaca bir sevecenlikle gizlemeye çalışan yoksul ve yaşlı bir katibin saygınlık kazanmak için yürüttüğü umutsuz mücadele anlatılır. Sevdaya düşmüş yoksul insanların , çağdaş toplumun acımasız koşullarına kurban olmuş insanların trajik çıkmazı eşsiz bir kavrayışla dile getirilir. Roman kahramanının çatışmalarını, onun iç dünyasından yola çıkarak incelediğinden ve yoğun bir psikolojik ilgiyle trajediye yeni bir boyut kattığından, Dostoyevski’nin konuyu ele alış biçimi, okuyuculardan coşkulu bir ilgi gördü. Gerçekten de Dostoyevski, bu yaklaşımıyla Rus gerçekçi romanında yeni bir okulu başlatmıştı.
Genç Dostoyevski, ilk yapıtıyla sağladığı ünden sonra kendisine büyük ilgi gösteren edebiyat çevrelerinde ve sosyete salonlarında kişisel görünümüyle etkileyici olmayı başaramadı.
Kısa boyu, kili rengi küçük gözleri, sinirden sürekli seğiren dudakları ve sakar davranışlarıyla hastalıklı bir kişi izlenimi uyandırıyordu. Alışık olmadığı bu toplumsal ortamdan kaçmak için edebiyat çalışmalarına sığındı ve çok geçmeden bir başka kısa roman olan Dvoynik’i (1846; Öteki,1978, 1987) yazdı.
Kendisini ortadan kaldırmaya çalışan bir benzeriyle çatıştığı sarınsına kapılan küçük bir memuru anlatan romanın “bölünmüş kişilik” teması, okuyucularca sıkıcı bulundu ve Dostoyevski’nin, Belinski’nin de desteğini yitirmesine yol açtı. Bununla birlikte aynı tema, sonraki ünlü romanlannda
da önemli bir rol oynadı.

Dostoyevski’nin daha sonra yayımladığı Hozeyka (1847; Ev Sahibesi, 1951, 1994), Byeli noçi (1848; Beyaz Geceler, 1934, 1986) ve Slaboye Sertze (1848; Bir Yufka Yürekli, 1957, 1991) adlı yapıtları da fazla ilgi uyandırmadı.
Sonraki yapıtlarında görülecek olan düşünce, imge ve anlatım tekniklerinden örnekler taşıyan ve genç bir kızın inatçı üvey babasına duyduğu aşkı anlatan Netoçka Nezvanova (1849; Netoçka Nezvanova,1937, 1997), Dostoyevski’nin okuyucuların gözünde eski konumunu kazanmasını sağlayabilecek iddialı ve kapsamlı bir romandı. Ne var ki bir süre sonra devlet düzenini yıkmaya
çalıştığı gerekçesiyle tutuklandığından, bu romanının yalnızca üç uzunca bölümü yayımlanabildi; böylece edebiyat yaşamının da ilk dönemi kapanmış oldu.

Dostoyevski’nin ilk öykü ve romanlarında, ele aldığı kişilerin duygu ve düşüncelerine ilişkin yoğun çözümlemeler arasında yer yer içedönük psikolojik ve ruhsal irdelemeler de görülür. Bu yapıtlar, soluk bir biçimde de olsa, onun gelecekteki yaratıcılığını harekete geçiren ana doğrultuyu dışa vurur.
Sürgün Yılları: Sibirya Sürgünü
Çar I. Nikolay’ın baskıcı yönetimi altında siyasal ve toplumsal reform hareketinin etkisine girmekte gecikmeyen Dostoyevki, 1847’den sonra Fransız ütopyacı sosyalistlerin görüşlerini tartışmak üzere Mihail Petraşevski’nin evinde düzenlenen haftalık toplantılara katılmaya başlamıştı. Ayrıca yasadışı radikal broşürler basmayı tasarlayan daha dar bir grubun sürdürdüğü gizli toplantılarda da yer almıştı. Batı’dan gelen devrimci düşüncelerin yayılmasından çekinen çarlık yönetimi, Nisan 1849’da Petraşevski Grubu üyelerinin tutuklanmasını emretti. Uzun bir soruşturmadan sonra, aralarında Dostoyevski’nin de bulunduğu 21 kişinin kurşuna dizilmesine karar verildi. Dostoyevski’nin, cezaların indirildiğine ilişkin çarlık fermanının açıklanmasından önce kurşuna dizilme hazırlıkları sırasında yaşadığı korku dolu anlar, belleğinde silinmez izler bıraktı. Bu anının gölgesi sonraki yapıtlarının sayfaları arasında sık sık dolaşır. Dostoyevski’nin ölüm cezası, Sibirya’nın Omsk bölgesinde dört yıl ağır hapse ve er rütbesiyle dört yıl askerlik hizmetine çevrildi.
Dostoyevski cezasını, işlediğine inandığı ağır suçun kefareti olarak kabullendi. Ağır çalışma koşulları içinde birlikte yaşadığı sıradan mahkumların birçoğunu “olağanüstü insanlar” olarak görmeye ve onların acılarını paylaşmaya yöneldi. Zaman zaman ruhsal sarsıntılar içinde boğuluyordu. Uzun yıllar yakasını bırakmayan sara nöbetlerine, kendi deyişine göre, ilk kez bu dönemde yakalandı. Hapishaneye sokulmasına izin verilen tek kitap olan Yeni Ahit’i sık sık okumaya başladı. Hapishane yaşamının acılarını dindirmesine yarayan bu kitap, aynı zamanda İsa’ya yeni bir inançla bağlanmasına ve onu, günahkârları yaşama döndürebilecek tek güç olarak görmesine yol açtı.
Gençlik yıllarının radikalizmi, yerini kurulu düzene boyun eğmeye ve basit insanları kurtarıcı olarak görmeye bıraktı. İsa’nın çile çekerek insanlığı kurtarmaya dayanan öğretisi ve Rus Ortodoks Kilisesi’nin ruhaniliği, gözünde daha derin bir anlam kazandı. Hapishane ona aynı zamanda, horlanan ve ezilen insanları daha yakından inceleme olanağı sağlayan zengin bir malzeme kaynağı oldu.
Dostoyevski 1854’te serbest bırakıldıktan sonra Sibirya’nın Semipalatinsk kasabasında hapishane yaşamından daha sıkıcı olan askerlik hizmetine başladı. Sıkı görev duygusu sayesinde subaylığa yükseldi ve bazı dostlar edindi. Edebiyattan kopukluğunun yarattığı büyük boşluğu kapatmak için kardeşinden sürekli kitap ve dergi istiyordu. 1857’de çocuklu dul bir kadınla evlendi. Mutluluk getirmeyen bu evliliğin yol açtığı yeni mali sorumluluklar, onun edebiyata dönme ve uzun bir sessizlik döneminin ardından eski durumuna kavuşma isteğini artırmıştı. Bu amaçla önce Dyadyuşkin Son (1859; Amcamın Rüyası, 1968, 1973) adlı komik bir öykü yazdı. Bir taşra kasabasının sulu gözlü halkını anlatan öykünün yergici üslubu, Gogol’ü andıran bir bava taşıyordu. Bu öyküyü çok geçmeden daha iddialı bir kısa roman olan Selo Stepauçikovo i ego obitateli (1859; Stepançikovo Köyü, 1948, 1973) izledi. Dostoyevski eleştirmenlerin ilgisini çekmeyen bu iki yapıtın yayımlanmasından kısa bir süre sonra 10 yıl önce zincirler içinde ayrıldığı ve tutkunu olduğu Petersburg’a özgür bir insan olarak döndü.
Edebi diriliş
Kendisini eski bir siyasal tutuklu olarak yüceltmeye hazır olan radikallere sırt çeviren ve onların dini alaya alma gibi düşüncelerini reddeden Dostoyevski, yeni çar II. Aleksandr’ın toplumsal reformlarını de destekleyen bir tutum içine girdi. 1860’ta yapıtlarının ilk toplu basımı yapıldı. Ertesi yıl kardeşi Mihail ile birlikte Vremya dergisini çıkarmaya başladı. Batılılaşma ve Slavcılık akımlarını uzlaştırmayı amaçlayan dergi, iki grubu da Rusya’nın kurtuluşu için kitlelerle birleşmeye zorlayan bir çizgi benimsedi ve kısa sürede tutuldu.
Eleştirmen Apollon Grigoryev ve Nikolay Strahov ile şair Apollon Maykov gibi eski ve yeni dostlar yazılarıyla çevresinde toplandıkları derginin siyasal, toplumsal ve sanatsal görüşlerinin biçimlenmesinde önemli rol oynadılar.
Vremya’da yayımlanan Zapiski iz myortvogo doma (1861-1862; Ölüler Evinin Hatıraları,1933, 1983/Ölü Bir Evden Hatıralar, 1946, 1969/Ölüler Evinden Anılar, 1983, 1988), derginin tanınmasını sağladığı gibi, Dostoyevski’nin eski ününü de canlandırdı.
Turgenyev ve Tolstoy yapıtı övgüyle karşıladılar. Karısını öldürdüğü için ağır hapis cezasına çarptırılan bir adamın anıları biçiminde sunulan bu yapıt, gerçekte Dostoyevski’nin hapishane yaşantısının canlı bir anlatımıdır. Dokunaklı olaylar çerçevesinde, toplumdışına itilmiş kişilerin, özgürlüklerini yitirdikleri için çektikleri acıyı işler.
Aynı sıralarda gene Vremya’da tefrika biçiminde yayımlanan Unijennye i oskorblyonnye (1861; Ezilenler, 1957, 1991), ailesine ve göreneklere karşı çıkarak sevdiği adama kaçan bir kadının öyküsünü anlatır.
Eleştirmenlerin kızgın tepkilerine hedef olmasına karşın okuyucu kitlesince beğenilen yapıtta ilginç tipler yer alır. Duygusal karışıklığın temsilcisi olarak ayrıntılı biçimde çizdiği ilk kadın kahraman Nataşa, çocuk psikolojisine ilişkin derin kavrayışını yansıtan küçük Nelli, inatçı kötü adam Valkovski, hep Dostoyevski’nin sonraki büyük romanlarındaki daha çarpıcı kişiliklerin habercisi gibidir.
Dostoyevski Vremya’dan sağladığı gelirle 1862 yazında, düşünü kurduğu yurtdışı gezisini gerçekleştirme olanağını buldu. Fransa, İngiltere ve İtalya’yı kapsayan bu kısa süreli gezide gördüklerinin etkisiyle “Zimniye zametki o letnih vpeçatleniyah” (1863; Batı Batı Dedikleri: Yaz izlenimleri Üzerine Kış Notları, 1972) adlı ünlü makalesini yazdı. Avrupa uygarlığının kötülüklerine ilişkin gözlemlerinin, Batı zehirinden kurtulmayı başarma koşuluyla, Rusya’yı parlak bir geleceğin beklediği yolundaki inancını pekiştirdiğini açıkladı. Aynı yıl çarlık yönetimi Strahov’un bir yazısı nedeniyle Vremya’yı kapattı. Dostoyevski bu bunalımın ortasında, sara tedavisi görme gerekçesiyle borç para alarak yeniden yurtdışına çıktı. Oysa gerçek amacı Almanya’nın Wiesbaden kentindeki kumar masalarında şansını denemek ve yakın ilişki içine girdiği, dergi yazarlarından Polina Suslova ile buluşmaktı. Her iki konuda da talihi iyi gitmedi. Aşk ve nefret duygularını iç içe yaşayan, garip davranışlı bir kadın olan Suslova ile sürdürdüğü gönül ilişkisi, romanlarında görülen “şeytani kadın” temasına kaynaklık etti.
Rusya’ya dönüşünde eline küçük bir miras geçen Dostoyevski, kardeşiyle birlikte Epoha adlı yeni bir dergi çıkardı. Derginin ilk sayısında Zapiski iz podpolya (1864; Yeraltı Dünyası, 1968/ Yeraltından Notlar, 1973, 2000) adlı romanı yayınlamaya başladı.
Akıl yoluyla bencilliğin dizginlenebileceğine inanan radikal sosyalistleri yerici özellikler taşıyan romanın adsız kahramanı, hiçbir mutlak gerçek tanımayan, her iyiliğin göreli olduğunu savunan, duygularından büyük ölçüde arınmış bir kişidir. Bununla birlikte kendisini de derinlemesine tartmaktan geri durmaz. Kişiliğindeki bu ikiliğin temelinde irade ile akıl arasındaki temel çatışma yatar. Roman, kahramanın iç dünyasını irdelemeye verdiği önem açısından, Dostoyevski’nin kahramanlarına yaklaşımında bir tutum değişikliğini yansıtır. Bu içedönüşün odak noktası, gerçek ve kabul edilebilir bir dünyada kendi ortamından kopmuş insanın ruhsal durumudur. Yeraltından Notlar, içerdiği ahlaksal, dinsel, siyasal ve toplumsal düşüncelerin benzer motifleri taşıması bakımından, sonraki büyük romanlar dizisine bir felsefi giriş niteliğindedir.
Büyük romanlar dönemi
1864 ve 1865 Dostoyevski için bir dizi talihsizlikle geçti. Kansı ile kardeşini yitirdikten ve borca batmış dergisi kapandıktan sonra, alacaklıların hapis tehditleri üzerine, bir yayımcıdan aldığı avansla Avrupa’ya kaçtı. Tek umudu, artık tutkunu haline geldiği kumardı. Evlenme düşüncesiyle yanına çağırdığı Suslova’nın Wiesbaden’de kendisini terk etmesinden sonra bütün parasını rulette yitirerek giysilerini bile rehin bırakmak zorunda kaldı. Otel faturalannı ödemek ve Rusya’ya dönmek için borç aramaya koyuldu. Bu arada bir derginin yayın yönetmenine mektup yazarak kısaca konusunu anlattığı Prestupleniye i nakazaniye (1866; Suç ve Ceza, 1945, 1995, 2 cilt) romanının karşılığında avans istedi. Gelen parayla Ekim 1865’te Rusya’ya döndü.
İlk yayımcısına söz verdiği romanın teslim tarihine bir ay kaldığından, Anna Snitkina adlı genç bir stenograf tuttu ve onun yardımıyla İgrok (1866; Kumarbaz, 1941, 1990) adlı romanını zamanında bitirdi. Kumar tutkusunu ve Suslova’yla aşk-nefret ilişkisini işleyen güçlü bölümlerin yer aldığı bu yapıtın ardından, hapishane günlerinden beri tasarladığı Suç ve Ceza’yı tamamlamaya girişti.
Suç ve Ceza bir bakıma paranın temel bir sorun olarak ele alındığı toplumsal bir romandır. Buna bağlı olarak radikal gençlerin maddeci yaklaşımını işler. Bu gençlerden biri de romanın yoksul düşmüş kahramanı Raskolnikov’dur. Topluma başkaldırmış nihilist düşünceli bir kişi olan Raskolnikov, iyilik ve kötülük arasında sürekli bocalar. Yaşamın canlı gerçeklerinden koparak her şeye akıl düzeyinde bakar. İnsancıl amaçlar uğruna kötü araçlara da başvurmanın meşru olduğu düşüncesinden hareketle bir cinayet işler; yaşaması için hiçbir neden görmediği aptal, sağır ve hasta bir tefeci kadını öldürür. Hapishanede geçirdiği yıllar, ahlak yasalarını çiğnemesine yol açan düşünsel kibrinden kurtulmasını, giderek sıradan ve talihsiz insanlara yaklaşmasını sağlar. Mutluluğun akla dayalı bir yaşam anlayışıyla değil, çile çekerek kazanılabileceğini öğrenir.
Romanda Marmeladov ve karısı, fahişe Sonya ve Svidrigaylov gibi ikincil kişilikler de ustaca çizilmiştir. Polisiye öykülerin okuyucuda yarattığı gerilim duygusuna, insan davranışlarını zorlayan felsefi, dinsel ve toplumsal öğeler aracılığıyla yeni bir boyut katan Suç ve Ceza, kısa sürede başarı kazandı. Romanın taşıdığı yenilikler, anlatı yoğunluğu ve suçlular ile ahlakça bozulmuş kişilerin en gizli kalmış yönlerini aydınlatan manevi pırıltı, eleştirmenleri ve okuyucuları hemen büyüledi.
1867’de Snitkina ile evlenen Dostoyevki, alacaklılardan ve yardım isteyen akrabalardan kurtulmak için karısıyla birlikte yeniden yurtdışına çıkarak dört yıl Rusya’dan uzak kaldı. Alçaltıcı bir yoksulluk içinde geçen bu dönem boyunca ülkeden ülkeye dolaştı. Bütün bu güçlüklere, sara nöbetlerine, vazgeçemediği kumar tutkusuna, ilk çocuklarının trajik ölümüne katlanan genç karısı, bağlılığını bir an yitirmeden ona gerçek aşkı tattırdı.
Dostoyevski bu ağır yaşam koşullan altında da sendelemeyerek ikinci başyapıtı olan İdiot’u (1868-69; Budala, 1941, 1990) yazdı.
Rus basınında yer alan bir cinayet davasından yola çıkan romanda, iyilik ve inançla dolu olan Mışkin’in çevresiyle ilişkileri anlatılır. Şehvet, açgözlülük ve günahı temsil eden bu kişiler, Mışkin’in ahlak duygularını bir tür sınamadan geçirirler. Mışkin saf inancı ve ışıltılı kişiliğiyle çevresindekileri büyülemekle birlikte, görev duygusu, sevecenlik ve kardeşçe sevgi konusundaki çağrılarından hiçbir sonuç alamaz. Yaşadığı olaylar, İsa’nın Ferisilerle ilişkisini simgeler. Sonunda iyiliğiyle etkilediği insanlar mutsuzluğa mahkum olurken, kendisi de delirir.
Bir roman için aldığı avansı tüketerek sıkıntıya düşen Dostoyevski, hazır para bulmak için yazdığı Veçni muj’da (1870; Ebedi Koca, 1955, 1984) kansını baştan çıkaran kişiden öç almaya çalışan bir kocanın psikolojik çözümlemesini yaptı. Bu arada “Büyük Bir Günahkarın Yaşamı” başlığı altında birbiriyle bağlantılı beş romanı içerecek geniş kapsamlı bir yapıt üzerinde çalışmaya başladı. Tanrı’ya ve insanlığa karşı iğrenç suçlar işleyen, ama geçirdiği çetin manevi hesaplaşmalar sonunda, bak ettiği acıları çekerek kurtuluşa eren bir kahramanın çevresinde kurmayı tasarladığı bu yapıtı hiçbir zaman yazamadı. Gene de sonraki üç romanında, hazırladığı taslakta yer alan düşüncelerden, sahne ve kişiliklerden önemli ölçüde yararlandı. Bu romanların ilki 1869’da başlayıp 1872’de tamamladığı Besi’ydi (Ecinniler/Cinler, 1969, 2000).
Ecinniler’in konusunun kaynağı, ihanete yönelmesinden kuşkulanan devrimci arkadaşlarının öldürdüğü Moskovalı bir öğrenci konusunda basında çıkan sansasyonel haberlerdir. Hareketli ve çarpıcı olaylarla dolu olan romanda, devrimcileri ahmak ve alçak kişiler olarak tanıtan bir yergi havası egegemendir.
Bu kişilerin seçtiği kurban olan Şatov, Dostoyevski’nin devrime karşı ideolojik muhalefetini yansıtır. Romanın odak kişisi, karmaşık bir kişiliği olan Stavrogin’dir. Çekici kişiliğiyle romandaki liberal ve devrimci kişiliklerin yanı sıra devrimden dönen Şatov’la Krilov’u da etkileyen Stavrogin’in kadınları
kendine bağlayan bir yönü de vardır. Tanrı’ya inancını yitirdiğinden, doğuştan içinde var olan iyilik duygusu körelmiştir. Dostoyevski’nin didaktik yaklaşımına karşın, duygusal ve ideolojik öğeleri bağdaştıran sanatsal gücü, yapıtın öfke dolu bir propaganda romanı düzeyine düşmesini önler.

Dostoyevski Ecinniler’i yazmaya başladıktan bir süre sonra hastalandı ve yeniden mali sıkıntıya düştü. Yapıtın yarıda kalmasından korkan yayımcısının gönderdiği parayla Petersburg’a dönme olanağını buldu. Romanının sağladığı başarıyla yeniden aydın çevrelerin toplantılarında aranan bir kişi oldu.
1873’te tanınmış dostlarının yardımıyla tutucu bir haftalık dergi olan Grajdanin’in başına geçti. Ne var ki, yaptığı işi bağlayıcı bulduğundan ve aşırı gerici olan derginin sahibiyle anlaşamadığından, bir yıl sonra istifa etti. Bu arada karısı büyük bir beceriklilikle onun yapıtlarının yayımlanması işini üstlenerek ellerine yüklüce bir para geçmesini sağladı.
Dostoyevski, Grajdanin’e yazdığı Dnevnikpisatelya (1873-1881; Bir Yazarın Günlüğü, 1975) başlıklı köşe yazılarını, 1876’da ayrı bir aylık yayın olarak çıkarmaya başladı. Bunu bir yılı aşkın bir süre devam ettirdi; 1880 ve 1881’de de bazı ek sayılar yayımladı. Güncel olaylar üzerine görüşlerini, edebiyat anılarını ve eleştirilerini, bazen de öykülerini içeren bu yayını, aynı zamanda geniş kapsamlı toplumsal, siyasal ve dinsel sorunlara ilişkin çarpıcı düşüncelerini yayan bir araç olarak kullandı. Çok sayıda okuyucu toplayan Bir Yazarın Günlüğü, Dostoyevski’nin yaşamını, felsefesini ve başta son iki romanı olmak üzere yapıtlarını incelemek isteyenler açısından da önem taşır.
Dostoyevski Podrostok (1875; Delikanlı, 1946, 1989, 2 cilt) adlı romanında evlilik dışı bir çocuğun, babasının sevgisini kazanmak amacıyla gittiği Petersburg’daki serüvenlerini anlatır. Avrupa aydınının çöküşü ile Rusya’nın benzersiz ve yetkin kozmopolit yapısı arasındaki ikiliği temel alan bu romanda, kahramanlarının düşünce, duygu ve eylemlerinde ifadesini bulan psikolojik etkenleri kendisinin ve kahramanlannın iç çatışmalarıyla sergiler. Ana konunun birkaç yan konuyla düğümlendiği bu roman, genellikle onun öteki yapıtlarının gerisinde sayılmıştır.
Dostoyevski Bratya Karamazovi’yi (1879-1880; Karamazof Kardeşler, 1940, 1991) yazmaya başladığında, artık ülke çapında tanınan ünlü bir yazardı. Tanınmış yayımcı ve yazar N. A. Nekrasov’un cenaze töreninde konuşma onuru ona verildi. Petersburg Bilim ve Sanat Akademisi’nin edebiyat bölümüne seçilerek saygın bir konum kazandı.
1880’de şair A. Puşkin’in ölüm yıldönümünde yaptığı konuşmada (Batı Çıkmazı: Puşkin Üzerine Konuşma, 1975) Rusya’nın insanlık tarihindeki rolüne ilişkin görüşleriyle, ağırbaşlı ve seçkin dinleyici kitlesinin duygularını bile ayağa kaldırdı. Bütün bunlara karşın, Petersburg yakınlarında küçük bir tatil kasabası olan Staraya Russa’da karısı ve çocuklarıyla birlikte sakin bir yaşam sürmeyi yeğ tuttu. Yürüyüş ve roman çalışmasıyla geçen buradaki düzenli yaşamı içinde, yazıcılığını üstlenen karısının yardımıyla son romanını bitirdi.
Dostoyevski’nin yazarlık yaşamı boyunca değindiği önemli temaların bir arada işlendiği bir roman olan Karamazof Kardeşler, çıkarcı ve şehvet düşkünü bir babanın , herbiri ayrı annelerden olma dört oğlunun sevgi, nefret, günah ve tutkuları çerçevesinde sürüp giden bir inanç arayışını, Tanrı’ya ulaşma çabasını temel alır. Hristiyanlık idealiyle özdeşleştirilen en küçük kardeş Alyoşa, yaşamın anlamından çok yaşamın kendisini sevmektedir. Dmitri de yaşamı sever, ama yaşamın anlamını kavramaktan uzak kalır. Yaşamdan çok yaşam anlamı üzerinde duran İvan, romanda en önemli yeri tutar.
İvan’da görülen kararsız duyguların temelinde, insanoğlunun Tanrı ile evrensel mücadelesi yatmaktadır. Bir başkaldırıdan yola çıkarak sonunda Tanrı’nın yarattığı dünyaya karşı metafizik bir isyana varan
Ivan, Dostoyevski’yi inanç arayışına yönelten “lanetlenmiş sorular”la uğraşır. Bu temel sorunun yanıtı, evrensel uyumdaki gize, akılla değil, yürek, duygu ve inançla erişilebileceğini belirten keşiş Zosima ‘ nın vaazıyla verilir. Zosima’nın bu ilkesini, Alyoşa’nın başkahraman olacağı bir dizi romanla somutlaştırmak isteyen Dostoyevski, bu işe başlama fırsatını bulamadan ölür.

Dostoyevski, günümüzde en çok okunan 19. yüzyıl yazarları arasında yer alır. Bunun nedeni, belki de yapıtlarında iki dünya savaşı arasındaki kuşağı rahatsız eden ahlaksal, dinsel ve siyasal sorunları etkileyici bir biçimde dile getirmiş olmasıdır. F. Nielzsche, A. Malraux ve J. P. Sartre gibi yazarlar
Dostoyevski’nin kendileri ve kuşakları üzerindeki etkisini açıkça belirtmişlerdir.

Dostoyevski, Batılı ülkelerin edebiyat ve düşün yaşamında önemli bir rol oynamış, özellikle varoluşçuluğun temel kaynaklarından biri sayılmıştır. Yapıtlarının birçok tanınmış Sovyet romancısını etkilediği de söylenebilir.

Dostoyevski Eserleri

Romanlar
  • (1846) Bednye lyudi; Türkçe yayım adı: İnsancıklar
  • (1846) Dvojnik: Türkçe yayım adları: “İkiz,” “Öteki”
  • (1849) Netochka Nezvanova; Türkçe yayım adı: Netochka Nezvanova
  • (1861) Unizhennye i oskorblennye; Türkçe yayım adı: Ezilmiş ve Aşağılanmışlar
  • (1862) Zapiski iz mertvogo doma; Türkçe yayım adı: Ölüler Evinden Anılar
  • (1864) Zapiski iz podpolya; Türkçe yayım adı: Yeraltından Notlar
  • (1866) Prestuplenie i nakazanie; Türkçe yayım adı: Suç ve Ceza
  • (1867) Igrok; Türkçe yayım adı: Kumarbaz
  • (1869) Idiot; Türkçe yayım adı: Budala
  • (1872) Besy; Türkçe yayım adı: Ecinniler
  • (1875) Podrostok; Türkçe yayım adı: Delikanlı
  • (1881) Brat’ya Karamazovy; Türkçe yayım adı: Karamazov Kardeşler
Kısa Öyküler
  • (1847) Roman v devyati pis’mah; Türkçe yayım adı: Dokuz Mektupları Romanı
  • (1847) “Gospodin Prokharchin”; Türkçe yayım adı: “Mr. Prokharçin”
  • (1847) “Hozyajka”; Türkçe yayım adı: “Ev Sahibesi”
  • (1848) “Polzunkov”; Türkçe yayım adı: “Polzunkov”
  • (1848) “Slaboe serdze”; Türkçe yayım adı: “Bir Yufka Yürekli”
  • (1848) “Chuzhaya zhena i muzh pod krovat’yu”; Türkçe yayım adı:  Kıskanç Koca
  • (1848) “Chestnyj vor”; Türkçe yayım adı: ” Namuslu Bir Hırsız
  • (1848) “Elka i svad’ba”; Türkçe yayım adı: ” Bir Noel Ağacı Ve Düğün
  • (1848) Belye nochi; Türkçe yayım adı: Beyaz Geceler
  • (1857) “Malen’kij geroj” ; Türkçe yayım adı: “Küçük Kahraman”
  • (1859) “Dyadyushkin son”; Türkçe yayım adı: “Amcanın Rüyası”
  • (1859) Selo Stepanchikovo i ego obitateli; Türkçe yayım adı: Stepançikovo Köyü
  • (1862) “Skvernyj anekdot” ; Türkçe yayım adı: “Tatsız Bir Olay”
  • (1865) “Krokodil” ; Türkçe yayım adı: “Timsah”
  • (1870) “Vechnyj muzh” ; Türkçe yayım adı: “Ebedi Koca”
  • (1873) “Bobok” ; Türkçe yayım adı: “Bobok”
  • (1876) “Krotkaja” ; Türkçe yayım adı: “Uysal Bir Ruh”
  • (1876) “Muzhik Marej” ; Türkçe yayım adı: Köylü Marey
  • (1876) “Mal’chik u Hrista na elke” ; Türkçe yayım adı: Mesih’in Noel ağacı Boy de
  • (1877) “Son smeshnogo cheloveka” ; Türkçe yayım adı: “Bir Adamın Düşü”
Diğer Eserleri
  • Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları (1863)
  • Bir Yazarın Günlüğü (1873–1881)

Dante Alighieri

Dante Alighieri (Doğum:1Haziran 1265, Floransa - Ölüm:. 14 Eylül 1321, Ravenna), İtalya'nın en büyük şairi. Batı edebiyatının en büyük ustaları arasında sayılan yazar, edebiyat kuramcısı, ahlak felsefecisi ve siyasal düşünür. La divina commedia (y, 1310-21; İlahi Komedya. 1955-56 3 cilt; 1984,2 cilt) adlı manzum destanı Hıristiyanlık öğretisinin ve dünya edebiyatının başyapıtlarındandır.
Gençlik yılları. Dante'nin yaşamıyla ilgili bilgilerin büyük bölümü yapıtlarından çıka-rılmakladır. Floransalı bir burjuva ailesinin oğlu olarak doğdu; ömrü boyunca da bu kente bağlılık duydu. İlahi Komedya'nın "Paradiso" (Cennet) bölümündeki bazı kantolarda ailesinin kökenini anlatırken atası Cacciaguida'dan söz eder; Alighieri soyadı da bu büyükdedesinin karısının adından gelir. Dante, ustası Brunetto Latini ve yetenekli dostu Guido Cavalcanti'yi de anlatır, ama ana babasıyla ilgili hiç bilgi vermez. Annesi Bella'yı küçükken kaybettiği, babasının da ikinci kez evlendiği bilinmektedir. Dante, ablası ve biri kız, öbürü erkek iki üvey kardeşiyle büyüdü. Babası öldüğünde 18.1277'de nişanlandığı Gemma Donati'yle evlendiğinde de 20 yaşındaydı. Floransa'da siyasal ve ekonomik üstünlük sağlamak isteyen imparatorluk yanlısı Ghilbellinolar ile papalık yanlısı Guetfolar arasındaki uzun mücadelede Dante'nin ailesi. Guelfoların yanında yer aldı; Guelfolar 1266 Benevento Savaşı'yla kentte yönetimi ele geçirdi. Bu tarihten sonra da şiddetli çekişmelere sahne olan Floransa'da yetişen Dante. İlahi Komedya'da ayrılıkların asıl sorumlusu olarak feodal soyluları gösterir.
Çocuk yaştaki dilbilgisi ve retorik çalışmalarıyla Latin yazarları tanıma fırsatını bulan Dante, değişik edebi akımların boy attığı Floransa kültür çevresinin etkisiyle ilk gençlik döneminde şiir yazmaya başladı. Bu yıllarda en çok Brunetto Latini ve Guido Cavalcanti'nin etkisinde kaldı. Kent yönetiminde etkin, süslü Latince düzyazıda usta olan ve felsefi metinlerle İtalyanca şiirler yazan Latini. Dante'nin önünde büyük bir örnekti. Edebiyatın yazarı ölümsüzleştirdiğini de ondan öğrendi. Bununla birlikle Dante, Sicilya Okulu'nun ve Guittane d'Arezzo'nun izinden giden Floransalı şairlerden de etkilendi. Sanatını gerçekte yönlendiren ise Guido Cavalcanti'nin şiirleri ve onunla kurduğu dostluk oldu. Cavalcanti'nin etkisiyle Dante balad türüne yeni ve dramatik bir boyut kazandırdı. Esin kaynağı Beatrice için yazdığı şiirlerde ise geleneksel aşk şiiri modellerini bırakarak, ustalarının ustası Guido Guinizelli'nin izinde kendi üslubunu yarattı. Beatrice'nin güzelliğini Tarınsal bir belirti, metafizik bilginin aracı olarak gördüğü bu şiirlerde mistik bir kıyaslamaya yöneldi. "Donne ch'avete intelletto d'amore'' (Aşktan Anlayan Kadınlar) adlı kanzonası still luovo (yeni üslup) olarak bilinen edebi eğilimin bir çeşit şiirsel bildirgesiydi. Bu gelişmeler aynı zamanda. Cavalcanti ile arasında doğacak ayrılığın da habercisiydi.
La Vila Nuova
Dante dokuz yaşından beri âşık olduğu Beatrice Portinari'nin 1290'da ölümünden sonra yoğun bir çalışma dönemine girdi. 1283-93 arasında yazılmış 31 şiirin düzyazı bir çerçeve içine yerleştirildiği La vila nuova (y. 1293; Yeni Yaşam) bu dönemin ilk önemli ürünüdür ve Beatrice'ye duyduğu ilk gençlik aşkını anlattığı bir tür "anı kitabı" niteliğini taşır. Yapıtın düzyazı çatısı içinde yer alan şiirlerin üslupları değişiktir; örneğin ilk bölümde 10 yıl kadar önce Cavalcanti'ye yazdığı bir sone yer alır.
Lirik şiirlerin edebi ve manevi anlamlarını açıklayan düzyazı bölümler ise bir tür otobiyografik roman niteliğindedir. Bu bölümde Dante dokuz yaşında Beatrice'ye rastlamasından sonraki 18 yılı anlatır. La vita nuova'daki övgü şiirlerinde, Dante'nin sonraları ''Paradiso"da geliştirdiği, Beatrice ile Tanrı arasındaki paralel ilişki teması ilk kez ele alınır. Beatrice de modem esin perisinin ilk büyük örneği olarak belirir.
Beatrice'nin ölümü Dante'nin yaşamında olduğu kadar şiirinde de yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Klasik yazarların yapıtlarım okuduğu, dinsel ve felsefi tartışmalara katıldığı bu dönemde Dante'nin olgunluk dönemi başyapıtlarının temaları, üslup ve ölçü özellikleri belirmeye başladı. Aşk dışında felsefe ve öğreti temalarının işlendiği şiirler yazdı. 1296'da aşkına karşılık vermeyen Pietra adlı bir kadın için yazdığı dört rime petrose (duygulu şiir) ise hem ölçü, hem de üslup bakımından şairin olgunluk dönemini çağrıştır. Provans trubaduru Amaut Daniel örnek alınarak yazılan bu şiirler İlahi Komedya'daki üslubun da habercisidir. Dante'nin günün düşünce akımları ve yaşam biçimlerini değerlendirdiği felsefi kanzonaları ise Floransa'daki siyasal olayların izini taşır.
Siyasal Yaşamı ve 1302 Sürgünü.
Guelfo komününün demokratik ülkülerine bağlı kalan Dante, 1289'da süvari olarak Ghibellinolara karşı Campaldino Çarpışması'na ve Piza'nın Caprona Kalesi'ne düzenlenen sefere katılmıştı. 1295'te Giano dela Bella'nın devrilmesini izleyen günlerde Doktorlar ve Eczacılar Loncası'na girdi ve etkin olarak politikaya atıldı. 1296'da Yüzler Konseyi'ne (yurttaş parlamentosu) katılarak soylulara karşı çıkarılan yasaları destekledi. Dante'nin bu dönemdeki ahlaki ve demokratik eğilimleri ahlaki soyluluğu ve güzelliği öven kanzonalarına yansımıştır.
1297'de Papa VIII. Bonifatius kendisine karşı olan Romalı Colonna ailesine karşı bir sefer düzenledi. Kardinal Matteo d'Acqu-asparta'yı da yardım toplaması için Floransa'ya gönderdi. Olayla ilgili kesin tutumu bilinmemekle birlikte Dante 'Infemo"da (Cehennem) papanın iktidar hırsından açıkça söz eder. Guelfoların Siyah Guelfo1ar ve Beyaz Guelfolar olarak ikiye ayrılmasının bir nedeni de Bonifatius'un bu hırsıdır. Papanın görünürde iki tarafı uzlaştırmak, ama gerçekte Siyahlan desteklemek için Matteo d'Acquasparta'yı 1300'de ikinci kez Floransa'ya göndermesinden sonra Dante Guelfo Birliği'ni güçlendirmesi için 7 Mayıs'ta San Gimignano'ya gönderildi. 15 Haziran - 14 Ağustos 1300 arasında altı lonca başkanından biri sıfatıyla kent yönetimine seçildi. Dante ve öbür yöneticiler taraf tutmayarak hem Siyah, hem Beyaz Guelfoların ileri gelenlerini sürgüne gönderdiler. Sürgün edilenler arasında Dante'nin eski dostu Guido Cavalcanti de vardı. Dante lonca yönetiminden ayrıldıktan sonra Beyaz Guelfolar sürgündeki yandaşlarını geri çağırdılar. Siyahlar ise yönetimi ele geçirmek amacıyla 1301'de Sta. Trinitâ Kilisesi'nde toplandılar. Günümüze kalan belgelerden Dante'nin Beyaz Guelfolardan oluşan büyük bir grubun önderliğini yaptığı, Floransa'daki 1300-1301 olaylarında da önemli rol oynadığı anlaşılmaktadır.
Kenti tehdit eden tehlikeler karşısında Dante 1301'de üç kez bütün iktidarın lonca yönetimine verilmesi çağrısında bulundu. Bu arada papayla anlaşan Fransa kralının kardeşi Charles de Valois ise. Floransa sınırındaki Siyah Guelfo karargâhına varmıştı. Bir uzlaşma girişiminde daha bulunan Beyazlar, aralarında Dante'nin de bulunduğu üç kişilik bir kurulu papaya elçi gönderdiler. Böylece Dante bir daha dönmemek üzere Floransa'dan ayrıldı. 1301'de kente giren Charles kısa sürede aşın Siyah yandaşlarının desteğini kazandı. Sürgündeki Siyahlar Floransa'ya dönünce Beyazlar yargılanmaya başladı. Kamu fonlarını kötüye kullanmakla suçlanan Dante üç gün içinde 5 bin florin gibi çok yüksek bir parayı ödemeye ve iki yıl Toscana bölgesi dışında sürgün yaşamaya mahkûm edildi. 1302'de Floransa dışında bulunduğundan para cezasını ödeyemeyen Dante'nin 14 arkadaşıyla birlikte yakılarak idamına karar verildi. Dante karara şiddetle karşı çıktı ve Ghilbellino yanlısı ailelerin askeri yardımıyla Floransa'ya zorla girmek için sürgündeki öteki Beyazlar ve Ghibellinolarla birleşti. 1303'te XI. Be-nedictus'un papa olmasıyla sürgündekilerin barış umutlan arttıysa da Siyahlar görüşmeleri çıkmaza soktular. Dante Arezzo'da bulunan sürgünleri savunan 1. Mektup'u bu görüşmeler öncesinde yazdı. 1304'te Benedictus'un ölümünden sonra Beyazlarla Ghibellinolar yeniden silaha sarıldılar, ama La Lastra'da uğradıkları yenilgiden sonra bütün umutlan söndü. Floransa'ya karşı silahlanmayı reddeden Dante bu çatışmayı onaylamamış ve uzlaşma politikası önermişti. Bu tutumunun kanıtı o dönemde yazdığı De vulgari eloguentia (y. 1304-07; Halk Dilindeki Belagat Üzerine) ve II convivio (y. 1304-07; Ziyafet) adlı yapıtlarında görülebilir.
De Vulgari Eloquentia, II Convivio ve De Monarchia
Parasız, korumasız, dostsuz olarak İtalya'da dolaşan Dante huzuru okumakta ve şiir yazmakta buldu. 1303'te Forü ve Verona'ya gitti. 1304-06 arasında felsefe, hukuk, retorik çalışmaları için uygun bir ortam olan Bologna'da kaldı. De vulgari eloguentia ile II convivio'ya da burada başladı. Hem avunmak, hem doğduğu kentin sınırlarını artık çok aşmış bir düşünür ve sanatçı olduğunu göstermek için ortaya koyduğu bu yapıtlar Floransa'ya duyduğu özlemi yansıtır. İkisi de olgun bir coşku ve özlü, zorlamasız bir ritimle yazılmış, ikisi de tamamlanmamıştır.
Dört kitap olarak tasarladığı, ama II. Kitap, XIV. bölümde yarım bıraktığı De vulgari eloquentia Dante'nin dilbilime, felsefeye ve retoriğe duyduğu ilgiyi yansıtır. Latince yazılmış olmakla birlikte yapıt, halkın anlayabileceği ölçütler bulmaları için şairleri yönlendirmeyi amaçlayan bir tür bildirgedir. Dante I. Kitap'ta locutio vulgaris (zaman ve mekân içinde değişken, iletişim aracı olan dil) ile gramnıatica (kurallarla durağan biçime sokulmuş edebi dil) arasında bir karşıtlık kurar. Yapıtın asıl amacı İtalyan yerel diline belirli kurallar koymaktır. Provans, Fransız ve İtalyan yerel dillerini inceleyen Dante, edebi bir dil için İtalyancanın pek çok lehçesinden birini seçer.
1306'da Bologna komünü Floransalı sürgünleri sınır dışı etti. Dante 1307 sonu ya da 1308 başına değin İtalya'da dolaştı. Bu arada II convivio'yu yazmayı sürdürdü. 15 kitap olarak tasarladığı yapıtın ancak dört kitabını yazabildi. II convivio'nun ansiklopedik ve didaktik içeriği, ustası Brunetto Latini'yi anımsatır. Tresor adlı ansiklopedik yapıtını Fransızca yazan Latini bilimsel kitapların Latince yazılması geleneğini kırmıştı. Bu yapıtta kendi ana dilini kullanan Dante ise Italyan edebi düzyazısının temellerini attı. Yapıtın amacı, günün siyasal ve ahlaki sorunlarını hukuksal ve metafizik bir çerçeve içinde ele almaktı.
Bologna'dan sürülen Dante 1306'da Sarzana'da Luni piskoposu ile Marki Franceshino Malaspina arasında barışı sağladı. Dante'ye göre süregiden huzursuzlukların nedeni bir Kutsal Roma-Germen imparatoru olmamasıydı. Bu yüzden 1309'da papanın imparatorluk tacını giydirmek için Roma'ya çağırdığı Heinrich'i bir kurtarıcı olarak gördü. Prenslere ve İtalyan halkına "Universis et singulis" (Birlikte Tek Olarak) başlıklı V. Mektup'u yazarak (1310) imparatorun gelişini selamlamalarını istedi. 131l'de Heinrich'e yazdığı VII. Mektup'ta ise, kendisine karşı çıkan Floransa üzerine yürümesini önerdi. Bu yüzden Floransa'nın sürgünler için çıkardığı affın dışında bırakıldı, ama imparatorun kenti kuşatan birliklerine de katılmadı.
Dante'nin Latince yazdığı De monarchia (y. 1313; Monarşi Üzerine) üç kitaptan oluşur. İlk iki kitapta Convivio'daki görüşler yinelenerek imparatorluğun gerekli olduğu savunulur. Üçüncü kitapta imparatorun gücünün doğrudan Tanrı'ya mı, yoksa onun vekili papaya mı bağlı olduğu tartışılır. Dante'ye göre papanın olduğu gibi imparatorun yetkesi de doğrudan doğruya Tanrı'dan gelir. Bu yüzden de kilisenin dünya işleriyle doğrudan ilgilenmesi öngörülmemiştir. De monarchia'dn Tanrı'nın insanlığa yüklediği iki amaç gösterilir, bunlardan birine zaman içinde, öbürüne sonsuzluk içinde ulaşılır. Dünyadaki mutluluğa imparatorun yol göstericiliğinde, ilahi mutluluğa ise yalnızca papanın yol göstericiliğinde varılabilir. Tanrı'nın sadık kulu olan imparator ise papaya saygı göstermelidir.
Heinrich ile papa V. Clemens'in arasının açılması ve imparatorun ansızın ölmesi Dante'yi düş kırıklığına uğrattı. Bir süre Toscana'da kaldıktan sonra, 1316'da Verona'ya, 1318'de de şair Guido da Polenta'nın konuğu olarak Ravenna'ya gitti. Burada karısı Gemma Donati'den olan çocukları Pietro, Lacopo ve Antonia ile buluştu. Tarihsel temalı Latince bir şiir yazmasını isteyen Bolognalı dilbilimci Giovanni di Virgilio'ya yanıt olarak Latince iki eglog yazdı. Guido da Polenta tarafından elçi olarak gönderildiği Venedik'ten Ravenna'ya dönerken sıtmaya yakalandı. 1321'de öldüğünde İlahi Komedya'nın "Paradiso" adlı bölümünü yeni bitirmişti.
İlahi Komedya
II convivio ve De vıdgari eloquentia'yı yarım bırakarak 1308 sıralarında yazmaya başladığı İlahi Komedya'da Dante acılarını, umutlarını, nefretlerini ve her şeyden üstün tuttuğu inancını uçsuz bucaksız bir freskte yansıttı; ahlaki ve siyasal dünya görüşünü, insanın ödev ve amaçları konusundaki düşüncelerini manzum biçimde anlattı.
Dante her şeyden önce bir şairdi. Bu nedenle de insanlığın ruhani olarak ve uygarca yenilenmesine ilişkin düşlerini ancak şiir diliyle anlatabilirdi. Ortaçağın alegorik şiir geleneğine yakından bağlı olan ilahi Komedya'yı yazarken Vergilius'un Aeneis'ini örnek aldı; Kitabı Mukaddes'in şiirsel dilinden ve kutsal metinlerden etkilendi.
İlahi Komedya "Infemo" (Cehennem), "Purgatorio" (Araf) ve "Paradiso" (Cennet) başlıklı üç bölümden ya da cantica'dan (ilahi) oluşur. İtalyan halk diliyle yazılan yapıtın uyak düzeni terza rima'dır (aba, bcb, cdc...). Yapıtta 100 kanto yer alır, her cantica'da 33 kanto vardır; bir kanto ise öndeyiş olarak yazılmıştır. Böylece Üçleme'yi simgeleyen 3 sayısı yapıtın bütün bölümlerini belirler. İlahi Komedya'nın konusu Dante'nin Vergilius'un ve Beatrice'nin yol göstericiliğinde Cehennem, Araf ve Cennet'te yaptığı yolculuktur.
Yapıta göre yeryüzünde mutluluğa ahlaki ve düşünsel erdemler yoluyla ulaşılabilir. İlahi mutluluğa ise inanç, umut, hayırseverlik gibi Hıristiyan erdemlerine göre yaşayarak varılabilir. İlahi Komedya'daki yolculuk sırasında şair uygar olmayan, aklın ve erdemin bulunmadığı dünyayı simgeleyen "karanlık orman"dan, sonsuz iyiliği simgeleyen Tanrı'nın ülkesine doğru sürekli yükselir. Şairin geçirdiği deneyim alegorik anlamda Dante'nin kendi ruhsal yaşamının tarihidir. Okur, dinsel bir alegori içinde, yaşanan dönemin trajik durumu üstüne düşünmeye ve çözüm yollan aramaya çağırır. Dante'ye göre insanlığın tükenmek bilmeyen hırsına ancak imparatorluk engel olabilir; kilise de başlangıçtaki saf ve yoksul durumuna dönmelidir. Koruyucusu Cangrande'ye yazılan XIII. Mektup'la birlikte düşünüldüğünde ilahi Komedya'nın amacının "bu dünyada yaşayanları acılardan kurtarıp mutluluğa götürmek" olduğu söylenebilir.
Değerlendirme.
İtalya'nın yetiştirdiği en büyük şair olan Dante, Shakespeare ve Goethe'yle birlikte Batı Avrupa edebiyatının üç büyük dehasından biri olarak kabul edilir.
İlahi Komedya'yı Latince yerine İtalyanca yazarak Avrupa edebiyatının Latincenin dışında yeni bir evrime yönelmesini etkilemiş, ayrıca Italyancanın gelişmesinde kesin bir dönüm noktası olmuştur. Dante'nin İtalyan edebiyatı tarihinde önemli yer tutan.öteki yapıtları bir yandan yeni edebi biçimler getirirken bir yandan da 14. yüzyılın Petrarca ve Boccaccio gibi ünlü şair ve yazarlarını etkilemiştir.
Şairin yaşamöyküsünü yazan Boccaccio, 1373-1374'te İlahi Komedya üzerine bir dizi konferans vermiş, Dante'nin yapıtları daha o dönemde üniversite programına alınmıştır. Dante'nin divino poeta (İlahi şair) adıyla anılması ise 1555'te Venedik'te yapılan baskısında yapıtının yalnızca Komedya olan adına bu sıfatın eklenmesine yol açmıştır.

Charles Dickens

Charles Dickens, (Doğum: 7 Şubat 1812 - Ölüm: 9 Haziran 1870) İngiliz yazar.


Tam adı Charles John Huffam Dickens'dır. 1835 yılında Morning Chronicle gazetesinde stenograf olarak çalışmaya başladı. Aynı gazetede "Boz" takma adıyla Boz'un Karalamaları başlığında notlar yayımlamaya başladı.
1837'de Bay Pikvik'in Serüvenleri adlı kitabını yayımladı; bu kitabıyla ünlendi. 1840 yılında Antikacı Dükkanı romanını yayımladı.
1840'ta Amerika'ya gitti. Bu dönemde yine Daily News gazetesini ve Household Words dergisini çıkardı.
1870'te 58 yaşında öldü. Mezarı Londra'daki Westminster Kilisesi'ndedir.
Charles Dickens Eserleri
·         Bay Pikvik'in Maceraları (1837)
·         Oliver Twist (1839)
·         Nicholas Nickelby (1839)
·         Antikacı Dükkanı (1841)
·         Bir Noel Şarkısı (1843)
·         Martin Chuzzlewit (1844)
·         David Copperfield (1850)
·         Kasvetli Ev (1853)
·         Zor Yıllar (1854)
·         İki Şehrin Hikayesi (1859)
·         Büyük Umutlar (1861)
·         Müşterek Dostumuz (1865)